Annemin çeyiz sandığı, babamın şapkası

0
Latest posts by Şükrü Gülmüş (see all)

Annemi severdim.

Kuşkusuz her insan anasını sever.

Anam bir abideydi. Biraz deli, biraz veliydi. Kısmet Mahallemizin manevi muhtarı, mahallelinin balpınarı küfür hazinesi ve dertlerinin dermenıydı. Yani o küfür edince Yaşar Kemal’e taş taşıtırdı. Mahalleli bile küfürlerini dua gibi kabul ederdi.

Ve onun bizi, evimizi anlatan en ünlü sözü; ‘’Hindirû bi qûrbana derwe’’ydi.

Türkçe anlamı şuydu; ‘’İçerisi dışarıya kurban.’’

İçeri ve dışarının bir farkının olmadığına vurgu yapardı. Anamın bir çeyiz sandığı vardı. En kıymetli eşyalarını orda saklardı. Neyse kıymetli şeyleri? Dedemin köyden gönderdiği caviz, üzüm, badem ve beni dediğimiz biraz bastıkı vardı.

Ama benim gibi haylaz bir oğlu olunca o çeyiz sandığının da sırrı kalmazdı.

Ben anamdan habersiz o çeyiz sandığını açabiliyordum. Ama anahtarı ondaydı. O benim sandığı açtığımdan haberdar değildi. Ben oradan istediğimi alırdım. Ruhu bile duymazdı.

Hiç unutmam.

Günlerden bir kış günüydü. O gün geç saatlerde bir elma kasası çalımış ve tahtaları sobaya koymuş ve sobayı da yakmıştım. İçeri giren anam sobanın yanık olduğunu görünce sevindi. Oturdu. Isındı ve peştemalinin arasından çeyiz sandığının anahtarını aradı.

‘’Madem soba yanıyor. İçerisi sıcak, o zaman evlatlarıma sandığımdan bir şeyler çıkarayım’’ der demez; ben oda kapısına doğru yol aldım. O çeyiz sandığını açtığında ben de kapıyı açtı. O sandık kapağını, ben kapıyı açtım. Daha ne var? Ne yok bakmadan bana baktı.

‘’Nereye böyle? Niye kaçacak gibi duruyorsun?’’ dedi. Ben ‘’Yok bir şey ana, biraz hava alacağım.’’ Kaptığı terliği bana savurdu. ‘’Köpek oğlu köpek. Ayda yılda bir açarım sandığı. Dur payını vereyim de öyle çık’’ deyip terlik kafamın üstenden vınladı ve duvara çarptı. Ben kapıyı açıp sokağa kaçtım.

X

Ondan sonra anamın halini, ettiği küfürleri görememekten hayıflandım.

Anam ve babam tam iki zıt kutuptu.

Hatta onları Gece ve Gündü, diye bir öyküde veya Karanlık Anam, Aydınlık Babam olması gerekir anlattım. Onlar ender zamanlarda yan yana olurlardı.

Babam evin en yetim, en gariban  ‘’misafiri’’ydi.

Yemekten yemeğe, yatmadan yatmaya uğrardı.

Zaten kimse ona resmen ‘’Benim babam’’ demezdi. Herkes BAV derdi. Bu Bav Türkçe’deki Baba’ya tam karşılık düşmezdi. Sanki sade haliyle BAV=BAB… herkes bir başkasının üstüne atardı. Top gibi. ‘’Baban nerde?’’ der gibi.

Bir gün anamdan para istedim. Ki ondan pek istemezdim. Ben zaman zaman ona verirdim. Evin idaresi ondaydı. Aslında bizim evde Reis anamdı. Nasıl olduysa bu sefer anamdan para istedim. O da bana ‘’Aha baban o. Ondan iste. Bende para yok. Onda çok’’

Gariban babama yanaştım. ‘’Baba bana para ver. Bak bugün resmen sana baba, babam dedim. Bav demedim.’’ Babam güldü. ‘’Param yok. Olsa oğluma vermez miyim?’’, ben şapkasını kaptım. Şapkayı kaptım ve kaçtım. Şapkanın içini kurcaladım. Gazete parçaları çıktı. O da ne beyaz kağıt içinde sarılı bir şeyler gördüm. Beyaz kağıtları açınca, onların içinde de para çıkmasın mı? Babamın şapkasını ona fırlattım. Anamın yanına koştum.

‘’Ana ana, bak babamın şapkasında para çıktı.’’ Anam da sevindi.

‘’Ben sana dedim onda para var. Onda para olmasa üşür. O parayı harcamak için değil, ısınmak için başında taşır.’’

Anam paraları aldı.

Bana da bu başarımdan dolayı 5 bankanot verdi ve babamın da zulası böyle patladı.

Evde böylece sır namı kalmadı.

Biz özelli olmayan bir aileydik işte.

İçerisi  dışarıya kurban.

Bir de benim stranım vardı.

Tahsin Taha söylerdi.

Derdo mala  cirana mala meye…..

(….)

02.11.2020

Almanya-Essen

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz