Sosyal İstihbarat ve SOCMINT Büroları

2

İstihbarat Servislerinin günümüzde en büyük çalışma alanlarından biri “Sosyal İstihbarat” dır. Yani bir ülkenin toplumsal kültürel yapısını, halkın temel demografik yapısını – karakterini, beşeri ve sosyal alışkanlıkları, zayıf ve güçlü yanlarını, zaaflarını, kemikleşmiş yanlarını, dinsel kırmızı çizgilerini hatta yazılı olmayan katı ve / veya yumuşak geçişe sahip kurallarını inceleyen istihbarat türüdür. Günümüzde çok mühimdir. “Soğuk Savaş” döneminin sona ermesi ve internet devrimiyle çok daha büyük bir öneme sahip olmuştur. Ancak “Sosyal İstihbarat” a sadece yukarıda yazılan bilgilere ulaşmak için kullanmazsınız. Bunlar artık günümüzde Google’dan bile ulaşılabilir bilgilerdir. Bu bakımdan, yukarıda ki spesifik infolar ışığı altında hedef ülkede toplumsal olarak olayları tetiklemede, duygu ve düşüncelerin yükselmesini sağlamakta ve taraflar arasında ki gerilimi taze tutmakta da kullanırsınız. Ve günümüz “Sosyal İstihbarat Bürolarının” tek çalışma şekli artık buna dönüşmüştür. Hedef ülke hakkında bilgiye sahip olmak farklıdır o bilgiler neticesinde provokatif ve tetikleyici olaylar sahnelemek çok farklıdır. Bu olayların neticesinde çıkar elde etmek, bu çıkarları hesaplamak ve doğru bir harita çizmek çok daha da önemlidir. Amacınız ülkede ki sıradan bir kargaşa ise kullanacağınız doneler farklıdır. Terör temelli toplumsal bir eylem planıysa daha farklıdır. Kitleleri yerinden oynatmaksa bu daha da farklı hatta bambaşka bir projedir.

Ve bahse konu olan bu Sosyal İstihbarat Büroları asla kendi anakaralarında yetişmiş personeli hedef ülkedeki bir provokatif operasyon için kullanmaz. Kullanamaz. Çünkü direk başarısızlıkla sonuçlanır. Hiç kimse de bu riski almaz. Hedef ülkede yetişmiş, yaşamış, o kültüre adapte ve zorluk çekmeyen “eleman” ya da “elemanlaştırılmış” personel kaynağı bu tip operasyonlarda seçilir. Kullanılır ve oldukça da hassas davranılır. 

Ve tabii ki; Sosyal İstihbarat Bürolarının en yaygın ve en açık olarak kullandıkları başlıca konak hiç şüphe yok ki; Sosyal Medyadır. Hatta bu konuda resmi “SOCMINT Büroları” kurulmuştur kendi teşkilatlanma yapılarında. Yani; Sosyal Medya İstihbaratı Operasyon Büroları. (Social Media Intelligence – SOC – M – INT) Bu bürolar kendi içlerinde ikiye ayrılır; Açık Sosyal Medya – Provokatif Sosyal Medya. Açık Sosyal Medya Uzmanları bilgi toplama konusunda uzman personeldir. Yaptıkları iş, hedef kişi – topluluk ya da bölge hakkında bireysel sosyal medya hesaplarına sızarak, bilgi oluşumunu sağlamaktır. Provokatif Sosyal Medya uzmanları ise birçok açıdan maddi ve teknolojik destekle, yine hedef ülkedeki kaynaklara başvurulup elemanlaştırılan, bu konuda yeterli temel bilgiye sahip kişi ve kişilerden sağlanır. Küçük bir sosyal olayı, sosyal medya da, bürodan aldıkları destekle gündeme taşıyıp bu konuda karşıt ya da taraf pozisyonlar oluşturup birçok kesime algı yaratıp, reaksiyon oluşturmaktır. “Arap Baharı” Provokatif Sosyal Medya Uzmanlarının yarattığı eşsiz bir operasyondur mesela.

Konuyu biraz daha örnekleyelim ve ülkemizden başlayalım;

Önce Ayasofya çıktı karşımıza. Sultan Abdülhamid kostümü giymiş insanlar (!) Belediyenin dağıttığı bedava çorba için sıraya girdiler. Çorbalarını içip, Osmanlı bayrakları ile meydanlarda çığırıştılar. “Osmanlı geri geliyor” dediler. (!) Ama kastettikleri Osmanlı Hanedanından birkaç zurnanın son deliği dışında kimsenin bundan haberi yoktu. Fransızca konuşup, Paris’te lüks kahvaltılarına devam ediyorlar hatta bu haberleri görünce gülmekten Bordeaux şaraplarını dahi yutamayıp, boğazlarını tıkadığına da eminim. Bu Sultan Abdülhamid kostümlü, yeşil bayraklı grubun hemen karşı tarafında ise “seküler” bir grup koydular. (!)Ama kapanmadı, bitmedi ki hala da bitmiş değil. Mecranın – Kavganın yeri değişti. Sosyal medyaya döndü operasyon – aktörler / ajanlar değişti. Meydanlardan ayrılıp, PC başına oturdular. Ya da oradaki personele sevk ettiler dosyayı. Ve “Ayasofya tamam! Şimdi sırada 5816 nolu yasa var” diyorlar o mecrada. Yine dürtüyorlar. Yine kaşıyorlar ve ısrarla kan aksın diye uğraşıyorlar.

Ardından bir Boğaziçi olayı patladı. Bir rektör atandı. İlk karar ya da imza ile atanan rektör değildi. Ahmet Necdet Sezer’in de atadığı rektörler oldu, geçerli oyu alamadığı halde. Birileri bir şekilde imza etti ve atandı rektör Boğaziçi’ne. Adam “Metallica” dahi dinlemeye razıydı oysa. Ki gerçekten dinlese bence çok severdi. Ardından çarşı pazar yine karıştı. (!) Kâbe resmi çıktı sonra ortaya hiç alakası ve yeri olmamasına rağmen. (!) Akıllıca bir hamleydi. Bu olayla yakından uzaktan alakası olmayan bir kesimi, bir zümreyi, inanç takipçilerini bu kavgaya çekmek için yeterliydi. (!) Ve istenilen oldu. Ardından; Masküler ve heteroseksüel olduğu her halinde belli bir adam (!) elinde LGBT bayrağı ile “Benim Bedenim, Benim Kararım” diye bağırıyordu. Unuttuğu şey şuydu; Bu slogan baya bir eskiye aitti. Ve insanlar onun arkasından eyleme yürüdüler. Kimdi o adam? İlk adımı atıp, arkasından yürüyen birkaç kişi kimdi? (!) Karşı taraf ilginç derece de hemen hemen hazırdı. Programlanmış gibiydi. (!) Kurulmuş saat gibi, tam zamanında, tam yerinde, tamda olması gerektiği şekilde çanları çalmaya başladı. Kâbe hakarete uğramıştı. Daha ne olması lazımdı ki? Rektör? Boğaziçi? Gruplar? Grupların neden orada olduğu? Onların bir önemi yoktu! Hedefte kimler vardı? Kimler üzerinde çalışıldı? Kimlerdi kaosa sebebiyet veren? Kimlerin kanının peşinde koşuldu? Ve bu kanın bedeli kimden istenecekti? Bir intikam için ihtiyaçları olan neydi? Bir cenazeniz varsa ve öldürüldüyse, önce bir çukur kazar ardından da intikam yeminleri ederdiniz. Kazdığınız çukur cenazeniz için değildir ama…

Ardından bir HDP krizi patladı. (!) Selahattin Demirtaş, PKK = HDP. Çok iyi çalışılmamış ama her zaman taze ve her zaman hazır bir konuydu. Hatta hiçbir gündem kalmadığında ve aklınıza bir şey gelmediğinde, koyduğunuz yerden çıkartıp, ortaya sürülebilecek kadar moda bir başlıktı. (!) Bu sefer daha sert oyulmaya başlandı toplumun altı. Bir tarafı bilelerken diğer taraf ihmal edilmiyor ve hummalı çalışmalar sürüyordu. Milletvekillerine kadar sıçradı olay. Anayasa Mahkemesi devreye girdi. İşler büyüdü. Bu sıradan bir seçim / parti propagandası olmaktan çıktı. (!) Herkesin kulağı kirişte, elleri belindeydi. Savaş baltalarını gömdükleri yerleri düşünüyorlardı. Sizin hangi taraftan olduğunuzun zerre önemi yoktu. Bunu kurgulayan servislerin zerre umurunda değildi sizin ne düşündüğünüz. Umurlarında olan, vereceğiniz reaksiyon ya da aksiyonun nasıl olacağıydı! Ne kadar etkili ve balistik gücü yüksek bir bombaya dönüşebilirdiniz? Ne kadar zarar verebilirdiniz etrafınıza? Beklenti ve ilgilendikleri sadece buydu o büronun! Diğer yandan; sizin en temel ve amatörce bu operasyona direnç göstermeniz gereken çok basit bir yol vardı. Şu soruyu sormak;  “İyi de Neden?” Bunu bir düşünün! Nasıl ortaya çıktı bu kıyamet? Kronolojik olarak sıralayın. Hafızanızı yoklayın. Neydi o ilk kelime? İlk tetiğe dokunan el kimindi? Kim söyledi? Neden söyledi? O kelimeler neye – kime – hangi güçlere hizmet ediyordu? Bunu düşünün. Cevaplar size suçluyu da verecektir.

“İstihbarat Dünyasının en güzel staj yeri; Türkiye’dir.” diye boşuna demiyor yabancı servis çalışanları. Yukarıda yazılanlardan sonra bu son cümlemi okuyunuz ve devam ediniz yazıya lütfen. Çünkü daha bitmedi!

Ardından bir gecede halk arasında “İstanbul Sözleşmesi” denilen karardan ayrıldı ülkemiz. Ki bilinmeyen bir şey vardı, o da şuydu. Bu karardan bir gecede çıkılmazdı. Çıkılmadı da. Bu mümkün değildir. BM konseyine “sözleşmeden çıkmak için karar verildiğine dair yazı / başvuru iletilince tamamen 90 gün sonra çıkış gerçekleşiyordu” Yani hala çıkmış değiliz. Geri dönebiliriz. Bir şey kaybedilmiş ya da yok olmuş değil. Ancak amaç bu değildi. Asla da olmadı. Sosyal İstihbarat Büroları için bulunmaz nimetti. Kimse BM Konseyinin bu konuda ki maddesini gündeme getirmedi. Direk kanattılar yarayı. Operasyon mutfakta hazırlanırken, “hepimizi homoseksüel yapacaklar” diye kaygı oluşturuldu. Diğer yandan o kararda; “Irk – Din – Dil – Cinsiyet – Kültür ve diğer baskı / dikta araçlarına karşı mücadele vardı” Ama bu da hiç gündeme gelmedi. Getirilmedi. Yani gün geldiğinde buna karşı olan insanlarında işine de yarayacaktı bu sözleşme maddeleri. Onu da koruyacaktı.  Onun değerlerini de muhafaza edecekti. Ancak Sosyal İstihbarat ve SOCMINT Uzmanları öyle bir çalıştı ki; İstanbul Sözleşmesini Homoseksüel eğilimi olan insanların, trans bireylerin hatta biseksüellerin, gelip kendi evlerinizin salonlarında parti yapacakları kaygısını oluşturdular. İnanın bana abartmıyorum! Hatta sizi de zorla iştirak ettirmeye kadar çirkinleşecekti işler. Üstelik bundan sorumlu olanında Devlet olacağına inandırdılar. İşe de yaradı. Hala da yarıyor ve öyle sanılıyor. Devlet halkının namusunu korudu düşüncesi var şuan hâkim geniş bir kitlede. Çünkü o görsel ve sosyal medya uzmanları tamda bu şekilde çalıştı. Ve sözleşmenin kalkması bu insanları rahatlattı, derin bir oh çektirdi. Aile namuslarını korumuşlardı. Diğer taraftan da burjuva ve seküler bazı yapılarla tam karşıt görüş ayaklandırıldı. İstanbul Sözleşmesi hakkında bir madde bile okumamış insanlar bir şekilde onu destekleme çabasına sokuldu. “Ya onlardansın ya bizden” Hatta bunun için eylemler hazırlandı. Planlar yapıldı. İyi bir operasyondu bu. Bence şimdiye kadarkiler içinde en iyisiydi. Bu konuda taraflı / tarafsız, sosyal medya da ya da başka mecralarda fikrini beyan eden, açıklayan herkes bir şekilde değirmene su taşıdı. Ve en kötüsü de şuydu; Kimse bunun farkında değildi. Bir taraf coşarken diğer taraf boş durmuyordu. Ve yine istenilen oldu.

Sadece bunlar mıydı “Sosyal İstihbarat Bürolarının” toplumumuz üzerinde ki; “Psikolojik Harekât Planları” Saymakla bitmez?

28 Şubat çıktı. Türbanlılar yine dürtüldü. O günler hatırlatıldı. “Bakın neler çektiniz” denildi. Bir fenomen yaratıldı. Mazlum bir fenomen. Aşı yanlısı / Aşı karşıtı diye ikiye bölündük bir ara. Aleyna Tilki’nin bile canı yandı bu yüzden. Ardından Atatürk resimleri paylaşıldı. Makyaj yapıldı adama. Soyu – sopu gündeme taşındı. Toplumuzun ne kadar hassas sinir ucu varsa hepsi uyarıldı.

Tüm bu başlıkların hepsi ama hepsi hatta istisnasız hepsi, göz göre göre toplum üzerinde operasyon dizayn edilmeye yönelik “Psikolojik Harekât Planıydı” Ve bence güzelde iş çıkarttılar son zamanlarda tüm bu kurguyu yapanlar. İşlerinde başarılılar. Bunları kimin yaptığını aslında sizde biliyorsunuz sadece bakmıyorsunuz ve baktığınızda görmüyorsunuz. Birkaç çılgın dışında herkes farkında. O birkaç çılgın kim bunu sizde biliyorsunuz.

Biri siz, biri ben…

2 YORUMLAR

  1. peki bunun önüne nasıl geçilecek? ‘iyi de neden’ sorusunu sormak yeterli mi?

    bu konuda devlet güvenlik teşkilatlarının daha profesyonel olarak mücadele etmesi gerekmezmi

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz