Tecavüzlerde suç ve ceza

2
????????????????????????????????????
Latest posts by İbrahim Yersiz (see all)

Toplumlar suça karşı genelde duygusal davranıyor ve suç işlendi mi, türüne göre asmaktan kesmeye kadar bir dizi ceza şekli sıralıyor. Her suça bir karşılık gerektiği kesindir, çünkü toplumu koruma şartı belirli yaptırımlarla mümkün olmaktadır. Fakat şu var ki, bu konu aynı zamanda topluma bırakılmayacak kadar önemlidir, çünkü toplumun cezadan anladığı toplumsal sürdürülebilirliğinin yakalanması değil, her suçta ibreti-alem örnek bir cezanın verilmesidir. Bu da örneğin tecavüzlerde failin uçkurunun kesilmesinden tutun da eski Çin usulü kol ve bacakların dört at tarafından çekilerek dört parçaya bölünmesine kadar gitmektedir.

Ama gelin görün ki, suçta ceza da sosyal bir konudur; olası fiilde nasıl bir suç ortaklığımız varsa -haklı/haksız- cezanın uygulanması biçiminde de bir ortaklığımız var ve bu baştan sona toplumun gelişmişlik düzeyine bağlı olarak kültürel konumlanışı, ekonomik durumu vs.  vs.

Elbette suçu tümden ortadan kaldıramazsınız, ama olası şartları düzenlediğinizde suç oranını aşağı çekme şansınız var ve bu şansınızı kullanmadığınız oranda sizde bu suçun ortağısınız, çünkü sorumluluk gereği sizde toplumsal görevinizi yapmamış oluyorsunuz.

Bu konularda hükümetleri suçlamak işin en kolay tarafıdır, ancak unuttuğunuz bir şey var, çünkü hükümetlerde suça ceza öngörürken genelde toplum olarak görünür hassasiyetlerinizi esas almakta ve cezayı birebir sizin istediğiniz gibi uygulamasa bile, bu diğer bir kısmı şeyleri göz önüne aldığı için uygulamamaktadır ki bu, sürdürebilirliktir. Zira devletin diğer bir görevi de sürdürebilirliği yakalamaktır.

Hükümetler o yüzden ceza yasalarını yaparken isteğinizin hilafına rağmen farklı uygulama yollarına gitmektedir, çünkü toplumsal sürdürebilirliğin sorumluluğu onun sırtındadır. Dahası, suça karşı cezayı tek tek vekil veya senatörlerin kendilerine bıraktığınızda onlarda sizden farklı düşünmemekte, sıradan bir suça karşı sizin gibi asmaktan kesmeye kadar bir yığın çılgınca uygulama biçiminde söz edebilmektedir. Ama çok sayıda ehil kafa bir araya geldiğinde işin oluruna bakmakta, dünyada uygulanmış emsalleri de göz önüne alarak içinden kendi toplumlarına en uygun olanları seçme yoluna gitmektedir. 

Daha açık bir ifadeyle hükümetlerin cezada yaptıkları seçimler muhtemelen öfkenizi dindirmemektedir; ama merak etmeyin vekillerin çoğunluğu da sizler gibi düşünmekte, “asın, kesin” dediklerinizi onlar bir kuburda boğdurmayı, sonra oradan çıkarıp köpeklere yem yapmayı bile düşünmektedirler. Ama işin ehli olan hiç kimse böyle düşünmez, çünkü hem suçta bir kaçınılmazlık payının olduğunu bilir hem de her suça bulaşanı asıp keserek netice alamayacağını… 

Tecavüz cezalarını örnek alalım: Diyelim ki her tecavüzcüyü astınız veya kestiniz, bunun tecavüz olaylarında görünür bir azaltmaya yol açacağı kesindir. Peki, buna rağmen hükümetler önlerine çıkan her tecavüzcüyü neden asıp-kesmiyor?

Kesemez, çünkü o zaman her tecavüzcü de kendisini ele verecek, olası o sona gönderecek kişiyi ortadan kaldırmayı esas alacaktır. Ki öldürmeye teşebbüs eden her failin amacı aslında o cezadan paçayı sıyırmak, kendisini kurtarmaktır.

Peki, “O zaman hükümetler neden öldürenleri asıp-kesmiyor?” diyeceksiniz. Bu elbette haklı bir soru; ama hükümetler zaten o tür suç faillerine karşı olabilecek en ağır cezaları vermektedir. 

Toplum tarafından görülmeyen veya görünüp ifadeye kavuşturulmayan ve veya bilinmesine rağmen saklana şey şudur; istisnasız kadın, çocuk, yaşlı, genç kısacası her insan bir veya birden fazla tacize uğramıştır ve bunu şu sebeple veya bu sebeple saklamak zorunda kalmıştır. Bu olaylarda görünür olan muhtemelen görünen sayının yüzde biridir. Yani her an, her yerde onlarca tecavüz ve yüzlerce taciz olayı yaşanmaktadır ve ne yazık yasalar yalnızca görünür olanlara karşı harekete geçme kabiliyetindedir.

Bu konuda sorulacak en haklı soru şudur: Neden bu kadar?

Çünkü hepimizin genlerinde arzusunu yerine getirme itkisi vardır ve bu toplumsal baskılamalara göre kendisini şekillendirmeye çalışırken, toplumsal baskının daha az hissedildiği yerlerde kendisini dışa vurma yoluna gitmektedir. Daha yalın veya daha doğrusu toplumun ifade ettiği şekliyle hepimiz sapığız, katiliz, tecavüzcüyüz ve bunu bir güdü olarak baskılayabildiğimiz oranda toplumun normal kabul ettiği kişi, serbest bıraktığımız oranda ise değiliz. Ama olayı bu yönüyle görmekten kaçar, uğradığımız taciz ve tecavüzler üzerinden sapıkların asılıp kesilmelerini isteyerek dolaylı yoldan o konudaki hissiyatımızı dışa vururuz. Gerçekte orada ifade ettiğimiz kendi intikamımızdır, çünkü vekilinden bakanına kadar hepimiz o taciz ve tecavüzlerin kurbanıyız.

Ancak sağ duyu devreye girdiğinde kendisinin de sapık olduğunu görür ve esasında hepimizin sapık olduğunu gördüğü için, öldürmekle tüm toplumu ortadan kaldırması gerektiğinin bilincine varır. Ve pek tabi olarak tüm toplumu yok edemeyeceğine göre orta bir yol arar, o da bunun sosyal bir olgu olduğunun kabulü ve diğer ceza uygulamalarında görüldüğü gibi çizgiyi aşanın olası suçunun kanıtlanması durumunda uygun bir cezanın verilmesidir.

Eskiden, muhafazakar toplumlarda kısas sistemi vardı. Hala dünyanın belirli yerlerinde yer yer o tür uygulamalara rastlanmaktadır. Ki bu uygulama eskiden birebir mağdur tarafın failin mağdura yaptığının aynısını uygulaması hakkını veriyordu.

Ama medeni toplum bunu kaldırdı.

Neden?

Çünkü suçun mutlak anlamda kanıtlanması her zaman için önemli bir sorun oldu ve taraflardan biri mağduriyetinin karşılanmasını esas alırken, diğer taraf suçun kanıtlandığına hiçbir zaman ikna olmadı. Bu da pek tabi olarak devlete rağmen aileleri kan davalı duruma getirdi.

Devlet, bu yüzden kamu adına cezalandırmayı kendi üzerine aldı ki bu, tarihten kan davalarını silmese de olası misillemeleri önlemede en etkin yol oldu.

Takdir edersiniz ki devletin görevi yalnızca kan davalarını önlemek ve toplumu bir şekilde barış içinde yaşamaya teşvik etmek değildir; aynı zamanda yurttaşlarının geleceğini düşünmek, olası inşa edecekleri gelecekleri için fırsatlar üretmektir.

Dahası, bir istikrar yakalamak ve o istikrarı bir sürdürebilirlik esasına bağlamaktır.

Devlet gelecek ve güvenliği birlikte düşünür, öyle düşünmek zorundadır; o yüzden devletin olası suçlarda duygusal davranmak gibi bir lüksü yoktur, olası suça karşı ne toplumun geleceğini feda edebilir ne de güvenlik gerekçeleriyle toplumu geleceğinden edebilir.

Devlet ortayı bulmalıdır ve bu orta birebir yurttaşlarının istediği değilse bile, emin olun o devletinde birebir isteği değildir, çünkü sürdürülebilirlikte işin esası dengeyi bulmaktır ve denge de ancak karşı fedakarlıklarla mümkün hale gelmektedir.

Ama bu nasıl sizin isteğinizi toplumsal bazda haksız veya geçersiz kılıyorsa, devletin her uygulaması da doğru olma şartına bağlı değildir; o yüzden susan toplum değil, konuşan toplum muteber olandır ve eğer devlet konuşan yurttaştan haz etmiyorsa bilin ki o devletin yurttaşlarından sakladığı bir şeyler vardır.

Toplum o zaman daha çok ses vermeli, kamu adına iradi bir suiistimal varsa teşhir etmeli, o suiistimali işlevsiz duruma getirmelidir. Çünkü hiçbir yetkili gücün keyfiyet yaratması hastalığına karşı bağışık değildir.

Bu hastalığında bir tek panzehri var, oda gözü açık birey, duyarlı toplumdur.

2 YORUMLAR

  1. hocam yazarınız ilk baslarda zor geliyordu
    hatta cok kızdığım cumleleriniz oluyordu. lakin ön yargıyı bir kenara itip devam edince içerikler de kaybolmamak elde degil. hergun bu sayfayı ziyaret edip yazılarınızı okuyorum.
    sağlıklı huzurlu afiyet de bir ömür diliyorum.
    sagolun varolun…

  2. Batıda ki hukuk sistemiyle bu iş yürümez. Biz İslam toplumuyuz, Kur’an’a kulak vermeli, Rabbimiz in bizim için hayır gördüğü uygulamaları yapmalıyız.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz